Fıtrattaki eşitlik

54273

Geçtiğimiz aylarda Fransa’da <<Bedenimin bir cinsiyeti var mı?>> başlıklı bir kitap yayımlandı. Farklı dallardan bilim insanlarının verdiği cevap fıtrat argümanlarını yerle bir edecek bir devrim niteliği taşıyor. Cevap bir bakıma evet, çünkü bedenimizi cinsiyetli hale getiren kromozom ve organlarımız var. (Öte yandan her şey bu kadar basit değil çünkü azımsanamayacak sayıda – toplumun %1-2’si kadar –  çift cinsiyetli doğan insan var)

Ve aslında hayır, çünkü bu kromozom ve organlar üreme sistemi haricinde, biyolojik anlamda neredeyse hiç fark yaratmıyor.

Bilim insanlarının bile kadınların ve erkeklerin doğuştan gelen derin farklılıklar taşıdığına inandığı dönemin sonuna geldik. (Bu bilginin bizim topraklarımıza ulaşması matbaa kadar geç olmaz umarım. Muhafazakarlık her zaman böyle dogma kabul edilen bilgilerin verdiği sanal güçten beslenir. Yetişkin masallarını bırakıp gerçeklere uyanmak iktidar sahiplerine hep zor gelir). Dolayısıyla eşitsizliklerle mücadele edenlerin tabiatı -fıtratı- reddettiği yanılgısının da sonuna gelindi artık. Biyoloji ve sosyal bilimler artık aynı fikir düzleminde beraber çalışıyorlar. Bu kitabın yazarlarının yaptığı gibi.

Kadınlar ve erkekler doğuştan birbirinden ayrılan psikolojik farklılıklar taşımakta mıdır? Toplumun büyük bir çoğunluğu ve bilim dünyasının az sayıdaki üyesi halen bu sorunun cevabının evet olduğunu düşünüyor. Oysa son elli yılda yapılan kapsamlı araştırmalar bir araya getirildiğinde çıkan sonuç bambaşka bir tablo ortaya koyuyor.

Örneğin, erkeklerin yön bulma konusunda daha iyi olduğuna ilişkin araştırmalar mevcut. Bu, onların beyninin farklı çalıştığını mı gösterir? Kitabın yazarları hayır diyor. Aynı araştırmayı karma okullarda ve kız ve erkeklerin ayrı eğitim aldığı okullarda yaparsanız karma okullardaki kızların gerçekten erkeklere göre ortalamada daha başarısız sayılabileceğini oysa ayrı ortamlarda eğitim alan kız ve erkeklerin sonuçlarının farklılık göstermediğini görüyorsunuz. Bu fark, kız okullarında eğitim alan kız çocuklarının erkek çocukların doğal olarak böyle işler için daha yetenekli olduğuna dair kalıplardan uzak yetiştiği için yeteneklerini ortaya çıkarabildiklerini gösteriyor. (Yanlış anlaşılma olmasın, çıkan sonuç bize karma eğitimin zararlarını değil, kadınların erkeklerle beraber çalışmak zorunda kaldıkları her ortamda farkında olmadan ne denli bir baskı ve psikolojik eşitsizliğe maruz kaldıklarını gösteriyor)

Buna benzer değişkenlerin test edildiği her araştırma, davranış veya yeteneklerin cinsiyete değil beklentilere göre değişiklik gösterdiği sonucuna ulaşıyor.

Başka bir örnek; erkekler daha mı saldırgandır? Cevap evet gibi görünüyor, ta ki kişinin anonim kalabileceği test şartları oluşturulana kadar. Yani geleneksel cinsiyet rollerine ihtiyaç duyulmadığı anda erkekler kadınlardan daha agresif sayılamayacak sonuçlar veriyor.

Cinselliğe ilişkin davranış biçimlerinde de sonuç aynı. Kadınların mastürbasyon yapma sıklığı geçmişte erkeklere oranla fark edilir şekilde az olmasına karşın, tabuların yıkıldığı daha eşitlikçi batı toplumlarında sonuçlar yıllar içinde birbirine yaklaşıyor. Aynı şekilde, rastgele cinsel ilişki kurmaya hazır olma oranlarını da cinsiyet değil, yıllar ve coğrafya belirliyor.

Kadın ve erkek arasındaki farklılıkların zamana – ülkelere – toplumlara – şartlara  göre değişkenlik göstermesi tipik kadın veya erkek psikolojisi veya davranışı diye bir gerçek bulunmadığını kanıtlıyor. 

Peki ya beyin, beynin bir cinsiyeti var mı? Cevap evet ve hayır. Evet, çünkü beyin aynı zamanda üremeye ilişkin fonksiyonları kontrol eden organ. Hayır, çünkü algıya ilişkin konularda (mantık, hafıza, dil, dikkat gibi) farklılığı cinsiyet değil tamamen beyinsel çeşitlilik belirliyor.

Beyin bu anlamda cinsiyetsiz olarak doğuyor ancak zamanla, cinsiyet kimliklerinin bulunduğu bir ortamda yetişip geliştiği için belirli farklılıklar kazanabiliyor.  

Şaşırtıcı – daha doğrusu bize öğretilenlere aykırı – ama, aynı beyinde olduğu gibi, iskeletin de doğuştan bir cinsiyeti bulunmuyor. Belirli bir nüfusun iskeletlerini aldığınızda nüfusun yarısından fazlasının cinsiyetini iskelete bakarak doğru tahmin etmek mümkün olmuyor. Diğer yarıdaki farklılıklar ise beslenme ve hareketlilikteki farklar sonucu zamanla oluşuyor.

Peki ya kalça? Bio-antropolog July Bouhallier bunun da genel kabullerin mucizevi bir yanılgısal sonucu olduğunu söylüyor: Bilimsel sonuçlar, insanlarının yarısının cinsiyetten bağımsız kalça kemiklerine sahip olduğunu gösteriyor.

Yani, anatomimizi aslında modern toplum belirliyor, ataerkil toplum, yalnızca üremeye yarayan cinsiyetimizi adeta bedenimize kazıyor.

 

Yazıda geçen kitabın orijinali: Mon corps a-t-il un sexe ?
Sur le genre, dialogues entre biologies et sciences sociales
Évelyne PEYRE, Joëlle WIELS, Editions LaDecouverte

Kitaba ilişkin bilgiler  LeTemps gazetesinde yayımlanan Le sexe à l’ère de l’«alternaturalisme» başlıklı makaleden derlenmiştir. 

 

 

5 Comments

  1. Yine çok beğendim yazınızı ☺ Bu kitabı da okuma isteği geldi çok güzel bilgiler var içinde ☺ Yazılarınızı okuyunca moral buluyorum ☺ Umarım gelecekteki insanlar bu tür saçmalıklarla uğraşmak zorunda kalmaz, ataerkil kültür yerin dibine girsin bir daha da çıkmasın mümkünse!!! Bir dahaki yazınızda veya yorumunuzda bu tarz kitap, film vs önerileri yaparsanız sevinirim ayrıca ☺

    Beğen

      1. Çok teşekkürler, siz de bize cesaret veriyorsunuz ☺ Bir de sizin instagram hesabınız vardı yani bu blogun ona da bakıyordum beğenerek ☺ Ama şu an bulamıyorum kapattınız mı acaba?

        Beğen

      2. Yakılacak düşünceler yazıp denedim hep ama bulamamıştım çok teşekkürler sizi de meşgul ettim boşa kusura bakmayın hoşça kalın ☺

        Beğen

Yorum bırakın