Kimliksiz kadının seçilme hakkı

kadınoranı

2017 yılında halen kadınlara seçme ve seçilme hakkının veriliş yıldönümünü kutluyor olmak bana biraz hüzünlü geliyor. Türk siyasilerinin kadın haklarına ilişkin konularda konuşma yapmaları gerektiği zaman ellerinde tek bir kartları vardır: Biz 1934 yılında, daha Fransa, İsviçre gibi ülkelerde kadınlar bu hakka sahip değilken onlara seçme ve seçilme hakkını vermiş bir ülkeyiz. Bu cümleden sonra zaten söyleyecek pek bir şey kalmaz, Atatürk’ten birkaç alıntı, kendi içinde cinsiyetçilik barındıran kadınlarımız çok değerlidir, çiçektir, anadır, bacıdır çerçevesinde dönüp duran laflar.

1934 yılında öngörülü bir lider Türk kadınlarına seçme seçilme hakkını verdi. Kadınların seçme seçilme hakkının doğal süreçlerle verilmesini bekleseydik, büyük ihtimalle bugün dahi bu hakka sahip olamazdık. Doğal süreçler dediğim, erkek demokrasisi. Erkek demokrasisinin içinden bu kararın çıkmasını bekleyen, örneğin İsviçreli kadınlar  1970’lere kadar beklemek zorunda kalmıştır.

Diğer yandan, kadını erkeğin malvarlığı statüsünden çıkarma yolunda ufacık bir adım olan seçme seçilme hakkı 21. yüzyılda artık bir şey ifade etmiyor. Ülkemin kadın hakları konusunda halen seçme seçilme hakkından bahsetmesinden açıkçası utanç duyuyorum.

Kadına malvarlığı değil, eşit birey statüsü veren toplumlar, bunu öncelikle medeni kanunlarına yazarlar. Türk Medeni Kanununa göre kadının kendi soyadı, kendi kütüğü, kendi kimliği, kendi ailesi yoktur. Medeni kanunumuz kadın kimliğini yok sayar. Nüfusta babasından alır, kocasına verir. Kadına anneliğiyle değer biçer ama çocuğunu kadının hiç gitmediği bir köye, başka bir ailenin ismiyle kaydeder. Medeni kanunumuzda kadının statüsü, kimlik hakları bakımından damızlık bir inekten öteye geçemez. Hakkında Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları bulunan soyadı davalarında bile kadının kocasının fikri sorulur. Çünkü kadınla ilgili her konu aile meselesidir, kişilik hakkı kabul edilemez.

Oysaki bizden çook sonraları kadına seçme ve seçilme hakkını tanımış olan İsviçre, kadını eşit birey ve eşit eş sayar. İsviçre kanunlarına göre, evlilikte eşler kendi soyisim ve kütüklerini korur ama dilerlerse kadının veya erkeğin veya ikisinin birleşiminden oluşan bir soyadını aile soyadı olarak belirleyebilirler. Çocuklar ise anne ve babanın belirlediği bu ortak soyadını alır. Eşler evli değilse çocuk, annenin soyadını alır.

Yine kadına seçme ve seçilme hakkını bizden sonra vermiş olan  ve bu yüzden utandırmaya çalıştığımız Fransa’da da kadının soyadı evlilikle değişmez. Eşler birbirlerinin soyadını kullanma veya soyisimlerine ekleme hakkına sahiptir. Ve ülkemizdeki gibi çocuğun doğrudan babasının soyadını aldığı, kadını yok sayan utanç verici uygulamalar yoktur. Eşler çocuğun soyadını kendileri belirler, çoğunlukla anne ve babanın ortak soyadı çocuğa verilir.

Aslında özetlemesi çok kolay, bugün hala 80 yıl öncesinde kadını köle statüsünden çıkarmış olan kanunlarıyla övünmekle yetinen Türkiye, kadının kendine ait bir soyismi olduğunu kabul etmeyen tek Avrupa ülkesidir. Türkiye dışında başka bir Avrupa ülkesinde evlilikle kadına zorla kocasının soyadını ve kütüğünü yapıştıran bir başka medeni kanun ve medeniyetsizlik örneği bulamazsınız.

Bu yüzden kadın hakları ile ilgili günlerde 1934 yılında yapılan reformdan başka söyleyecek söz de bulamazsınız.

Parlamentodaki kadın oranı ? Utanırsınız.

Kabinedeki bakan sayısı? Utanırsınız.

Eşit işe eşit ücret? Var, var dersiniz.

Tek kadın siyasi parti liderinin öngördüğü kadın kotası nedir? %25

Seçme seçilme hakkını bu topluma dayatmayı başaran liderin partisinin 80 yıl sonra öngördüğü ama bir türlü uygulamasını göremediğimiz kota? %30. Kendi kadın milletvekili oranları da en son yüzde 15’lerdeydi.

Kimse cesaret edemez, %30 değil, kadın kotası değil, %40 cinsiyet kotası gelsin demeye.

Kabinenin yarısı kadın bakanlardan oluşacak demek kimsenin aklına gelmez.

Elimizde kalan 1934’ten ibaret…

Erkek demokrasisi bu kadarını verir kızlar.

Kalanını kendimiz alacağız. 

 

1 Comments

  1. İyiki Atatürk gibi bir lider bu topraklara uğramış yoksa Mısır gibi bu yıl kadın valimiz olabilirdi ancak, olmazdı belki de… Atatürk olmasa da bu hakları zaten alırdık diyen kadınlara bu yazıyı okutmak gerek… Çok haklısınız cidden Atatürk’ün neredeyse 100 yıl önce verdiği haklarla övünüp lütfetmiş gibi davranıyorlar… Bunlar zaten bizim hakkımız oysaki… Benim sözlerim bilimle çelişirse bilimi seçin diyen bir insan şu an yaşasa sanırım İsveç, Norveç gibi ülkelerden bile daha ileride olabilirdik… Yaptığım her şeyde aklıma gelen Atatürk’e minnettarım gerçekten… Size de çok teşekkürler böyle güzel yazılar yazmaya devam ettiğiniz için ☺

    Beğen

Yorum bırakın