Kadının birinci vazifesi fedakar ve cefakar olmaktır. Acı çekmek, çektiği acıyı içine atmak, saklanmak, katlanmak.
Çocukken ve büyükken,
Adet sancılarına katlanmak, neden karnının ağrıdığını gizlemek, acı çektiğini gizlemek, tampon kullanınca –en kıymetli varlığı, bekareti– bozulacak sandığı için denize girememek, bahaneler uydurmak. En doğal halini gizlemek zorunda olmaya katlanmak.
Sapık yetişkinlerin sözlü, gözlü, dokunmalı tacizine katlanmak, utanmak, susmak.
“Kutsal” yerlerde bedenini saklamak, varlığının bir ayıp olduğunu hissetmek, saçını saklamak, utanmak, susmak. Ayıp olmaya katlanmak.
Büyüyünce,
Ebeveynlerinin veya ait olduğu diğer akrabaların yaşamını ve bedenini sahiplenmesine katlanmak. Cinsel yaşamı olabileceği endişesini taşıyan sahiplerden gizlene saklana normal bir yaşam sürdürmeye çalışmaya katlanmak.
Bir erkeğe katlanmak. Sevgi etiketiyle sunulan hastalıklı sahiplenme duygusuna, canım bu biraz kısa olmamış mı diyen tatlı sapık diline katlanmak. Hayatını yazıp çizenlere uyup, gerçek bir hayata sahip olmak için mutlaka bir eş bulması gerektiğini düşündüğü için koca olması arzulanan herhangi bir kişinin aslında her şeyine katlanmak.
Anne olmak için gerekirse sağlığından taviz vermeye katlanmak. Aslında hakkında hiçbir fikir sahibi olmadığı kendisine verilmiş bu en temel görevi yerine getirmek için tasarlanmış, son kullanma süresi olan damızlık bir canlı muamelesi görmeye katlanmak.
Doğurmak. İki tane forum okuyup kendini doktor zanneden hemcinsleri bile en iyisi normal doğum dediği için gerekirse ölerek, bağırarak, ağlayarak, acı çekerek doğurmak.
Doğurduğu çocuklar için saçını süpürge edip onlar için her türlü vefakarlığı yapmaya katlanmak. Ki bu kadınlığın en yüksek mertebesidir.
Ne kadar çok acı çeker, ne kadar utanır, ne kadar başkaları için yaşarsanız o kadar mukaddes bir kadın olursunuz.
“Bizim için doğum yapan kadın hem mübarek bir görev yapıyor hem de vatani bir görev yapıyor. Doğum yapan bütün kadınların hizmeti, vatani hizmet sayılmalıdır” diyen Başbakana kızan muhaliflerin çok az bir bölümü kızının evlilik dışı cinsel yaşamı olmasına, evlenmemesine, çocuk yapmamasına saygı gösterebilir. Bu kadın Nobel ödülü alsa bile ama evlenememiştir, ama çocuğu yoktur.
Tüm kadınların bedeninin kendisine ait olduğunu sanan toplumun damarlarına işlemiş muhafazakarlık bugün sadece siyaseten belirginleşti.
Muhafazakar gazete, Başbakanı eleştiren muhaliflere Atatürk’ün sözlerini hatırlatmış.
Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yer ana kucağı olduğu düşünülürse bu görevin önemi gerektiği gibi anlaşılır. ( 31. 01. 1923, İzmir’de Halk ile Konuşma )
Sene 1923. Avrupa’da yalnızca Finlandiya, Danimarka gibi ülkelerde kadınlar seçme ve seçilme hakkını yeni yeni kazanıyor. Ama bugün bu ülkeler, eşlere eşit doğum izni veriyor. Siz, kadına 300 TL ve işe alımda ayrımcılığa uğrama garantisi veriyorsunuz.
Şunu da eleştirebiliriz:
Uygarlığın esası, gelişme ve gücün temeli aile yaşamıdır. Bu yaşamda kötülük, kesinlikle sosyal, ekonomik, politik güçsüzlüğe neden olur. Aileyi oluşturan kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile görevlerini başaracak güçte olmaları gereklidir. (30. 08. 1924, Dumlupınar)
Sene 1924.
2016 yılındayız.
Aile, bir kadın ve bir köpekten;
İki erkekten;
Bir erkek ve bir çocuktan bile oluşabilir. Diyebiliyor musunuz?
1938’den sonra, “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin” diyen bir siyasetçiye rastladınız mı?