Çocukları her zaman sevdim. Henüz evli değilken çocuk yapma fikrinin bekar bir kadın için tartışılabilir dahi olmaması beni çileden çıkarırdı: Bedenimin yeni bir hayat yaratma kabiliyeti var ve ben bunu deneme fikrini değerlendirmeye bile alamıyorum. Evlenip -özgürce- çocuk yapma veya yapmama kararı alabildiğimde ise çocuk fikrinin benim gençlik hayallerim kadar özgür ve bana ait bir alan olmadığını fark ettim. Kafamda kurguladığım gibi çocuğumla, olduğum gibi, kendi seçimlerimle, kendi hayatımın akışında yaşayıp gitmem dışardan gelen müdahalelere ne kadar karşı koyabileceğimle ilgiliymiş.
Annelik ne yazık ki, sevdiğiniz kişiyle hayatınıza yeni birini katıp daha çok sevgi ve tabi daha fazla sorumlulukla hayatınızı devam ettirmekten ibaret olamıyor. Anne sıfatı, hemen her toplumda zamana göre değişebilen ideal bir model beklentisini beraberinde getiriyor. Anne olan kadından kişiliğini ve hayatını zenginleştirmesi değil belirlenen modele uygun olarak şekillendirmesi bekleniyor. Bu modelin farkında olsun veya olmasın, onu kabul etsin veya kesinlikle karşı çıksın, tüm kadınlar öyle ya da böyle yaratılan baskıya tabi durumda ve son tahlilde ona ne kadar uyum sağladıklarına göre değerlendiriliyorlar.
Bugün, kurgulanmış olan ideal annelik modeli her zamankinden daha fazla enerji gerektiriyor gibi görünüyor. İdeal anneden yalnızca normal doğum yapması, en az iki yıl emzirmesi, çocuğunun isteklerini her şeyin önünde tutması değil çocuğun sosyal ve entellektüel gelişimine de oyun grupları ve tuhaf aktivitelerle olağanüstü bir çaba harcaması bekleniyor.
İdeal anne modelini, kadına diğer bir taraftan dayatılan ideal dişi modeliyle bir araya getirmek ise son derece zor. Diğer yandan, sosyal yapımız ve kurumlarımız, kişisel olarak kendini gerçekleştirmek isteyen kadına annelikle beraber bunu sağlayabileceği imkanları sunmaktan çok uzaklar. Bu durumda anne olan kadınlar kendilerini üçlü bir çelişkinin içinde buluyor.
Sonuçta, eğitim seviyesi artan ve belirli bir özgürlük alanına sahip olabilen kadınlar bedenlerinin en doğal parçalarından biri olarak görülen annelikten giderek daha fazla uzaklaşma isteği duyuyor. Eğitim ve gelir seviyesi arttıkça daha az, hatta biyolojik ve çevresel sıkıştırmalar olmasa hiç çocuk yapmamaya doğru bir meyil gelişiyor. Bir şekilde hayatlarına bir bebek katan kadınlar ise anne kimliğini hayatlarının neresine koyacağını tam olarak bilemiyor. Anne olan kadın, bir yandan bedenindeki değişikliklerle mücadele ederken diğer taraftan ev-bebek-beden üçgeninin içine sıkışmamak için büyük çabalar sarf ederek çalışma hayatında kalmaya çalışıyor. Annelik kadınlığın bir parçası olarak görülüyorsa neden ortaya birbiriyle bu kadar çelişir görünen iki farklı kimlik çıkıyor?
Elisabeth Badinter, Kadınlık mı Annelik mi? kitabında son yıllarda kadınlara dayatılan doğalcılık akımıyla beraber bu çelişkinin daha da çetrefilli hale geldiğini anlatıyor. Doğalcılık akımına göre, anne çocuğuna her şeyi borçludur. Hamilelikte içtiği küçücük bir kadeh şampanyanın, bir bardak kolanın, iki-üç atıştırmalığın vebali onun üzerindedir. Elinden geldiğince normal doğum yapmak için şartları zorlamalıdır. Ve elbette her türlü gıdayı alabilen bir çocuğu emzirmenin kanıtlanmış hiçbir faydası olmasa da, bebeğini en az iki yıl emzirmelidir! Bu iki yıldan eksilttiği her günün hesabını iş hayatı, sağlık, uyku, ilaç, sütüm bitti şu bu gibi bahanelerle vermesi beklenir.
Bugün istediği kadar ekonomik özgürlüğe, diplomalara, eğitim grubu yüksek bir sosyo kültürel çevreye sahip olsun, hangi kadın ben keyfi olarak sezeryan yaptırmak istiyorum diyebilir? Çocuğumu hiç emzirmeyi düşünmüyorum. Veya mümkün olsa onu 6 aylıkken kreşe verirdim?
Burada kadınların önünde duran iki sağlam gerçeklik var. Birincisi ülkemizde Avrupa’nın kalkınmış ülkelerindeki gibi doğum izni bittiği andan itibaren çocuğunu güvenle emanet edebileceği iyi eğitimli bakıcıların bulunduğu devlet kreşleri yok. Anneye ücretsiz psikiyatrik destek yok. Babaların çocuğun tam sorumluluğunun kendilerine de ait olduğunu hissetmelerini sağlayacak ebeveyn doğum izinleri yok. Toplumsal hayata katkı sağlayan bir birey olmayı sürdürerek anne olmak istiyorsanız sapasağlam durmak zorundasınız. İyi bir ekonomik özgürlük ve her taraftan anne emziriyorsa başta sana hiç iş düşmez laflarını işiten babaya işin aslının öyle olmadığını anlatacak sabır ve sükunet. Eve minik bir bebeğin gelmesi, kadının kenara çekilip birkaç ay veya sene boyunca işini ve kendini unutacağı, erkeğin ise normal hayatına devam edip bir de üstüne hayatına bir çocuk katabileceği bir sürecin başlaması anlamına gelmiyor. Kendinize ve hayatınızdaki erkeğe bu cezayı vermeyin. Bırakın o da hayatın nasıl değiştiğini, minicik bir insanın sorumluluğunu almanın ne anlama geldiğini sizinle beraber, sizin kadar yaşasın, hissetsin.
İkincisi, siz bu süreçte taşıdığınız tüm hormonlar, endişeler, sıkıntı, mutluluk ve kaygılarla, gösterdiğiniz tüm değişim ve çabayla çocuğunuz için en iyisinin ne olduğunu bilebilecek tek kişisiniz. Normal şartlar altında her durumda, bir çocuğu kendi anne babasından daha fazla sevip onun için daha iyisini düşünebilecek veya yapabilecek hiç kimse yoktur.
Nasıl doğuracağınıza siz karar verirsiniz. Ne yiyip yememeniz gerektiğini en iyi siz araştırdınız. Ne kadar emzirip emzirmeyeceğiniz hiç kimseye hesap vermemeniz gereken son derece özel bir konu. Çocuğun uykusu, yediği, içtiği, giydiği, emziği, konuşması, yürümesi, eğitimi sizin kurmakta olduğunuz ailenin iç mevzuları. Böyle durumlarda kimsenin müdahalelerine veya hissettirilmeye çalışılan cık cık yanlış yapıyorsun temelli suçluluk duygusuna asla izin vermeyin.
Özgür bir kadın olmak zor. Özgür bir anne olmak daha da zor. Ama içinde yaşadığımız toplum er ya da geç kadın bedeninin de bebeklerin de kamu malı olmadığını anlamak zorunda kalacak. Bu iki konu çok tuhaf bir şekilde birbirine benziyor. Evet, sokaktaki kadınları da, bebeklerini de elleyemezsiniz. Kadınları da bebeklerini büyütme yöntemlerini de yargılama hakkınız bulunmuyor.
Bunun ne zaman algılanabileceği biraz da kadınların yukarıdaki iki durumda ne kadar dik durabileceğiyle ilgili. Kadınların tıpkı bedenleri gibi, tamamen kendilerine ait olan annelik sıfatına ne kadar sahip çıkabileceğiyle ilgili. Dayatmalardan ve suçluluk duygusundan kurtulup, kendi isteklerini, kendi yöntemlerini, kendi akıllarını, son tahlilde kendilerini seçmeyi başarabilmeleriyle ilgili.
Özgür kadın! Kimliğine, bedenine ve bebeğine sahip çık!